Usta gazeteci Yılmaz Özdil bu hafta da kendi Youtube kanalında, gündeme dair çarpıcı açıklamalarda bulundu. Özdil konuşmasına ilk olarak İstanbul’daki Galata Köprüsü’nde yapılan “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” yürüyüşünde hilafet bayrağı açılması ve hilafet bayrağı açan kişiye yumruk atan gençle başladı.
Daha sonra Özdil, Türkiye’de yaşayan ve İsrail gizli servisi Mossad’a çalışan 34 kişi gözaltına alındığını ama bunların Suriyeli, Filistinli, Lübnanlı olduklarının ortaya çıkmasına değindi. Mossad’ın hep yaptığı gibi Arapları devşirdiğini hatırlattı. Bu yakalanan Mossad ajanlarının Türkiye’de ev satın alarak oturum kazandıklarının ortaya çıktığına değindi.
Özdil’in bir sonraki konusu ise İsrail’in insansız hava aracıyla Lübnan’da Beyrut’ta Hizbullah’ın kalesinde Hamas bürosunu vurması, Hamas’ın en önemli adamlarından birinin öldürülmesiydi. İran’da Kasım Süleymani’nin ölüm yıl dönümünde Süleymani’nin mezarı başındaki anma töreni sırasında bombaların patladığını hatırlattı. Bu patlama sonucunda 100 civarında kişinin öldüğünü, 300’den fazla yaralının olduğunu hatırlattı. Özdil, bu olayın tam da İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye geleceği gün olduğuna değindi. İran Cumhurbaşkanı’nın bu sebepten ziyareti ertelediğini açıkladı.
BETTY CARP KİMDİ?
1968 yılında CIA’in İstanbul’daki İstasyon şefi Duane Ramsdell Clarridge’in Gümüşsuyu’nda bir apartman dairesinin geniş penceresinden Dolmabahçe rıhtımını seyrettiği sırada ev sahibi Betty Carp’ın olduğu hikayesini anlattı. Betty Carp’ın Sovyet devrimi öncesinde Rusya’dan İstanbul’a kaçan Macar kökenli Musevi bir ailenin kızı olduğunu hatırlattı.
Betty Carp’in henüz 16 yaşındayken ABD’nin Osmanlı Büyükelçisi Henry Morgentau tarafından İstanbul’daki Amerikan büyükelçiliğine santral memuresi olarak işe alındığını belirten Yılmaz Özdil, Carp’ın Rusça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Rumca ve Türkçe bildiğini hatırlattı. Zekası, iş bitiriciliği ve etkileyici yapısı nedeniyle Carp’ın daktilo memuresi yapıldığını ve 1919-1922 yılları arasında, yani milli mücadelemiz sırasında, İstanbul’daki Amerikan yazışmalarının tamamına şahit olduğunu ifade etti.
“BİZİM POLİTİKACILAR BU CİLVELİ AMERİKAN GÜZELİNİN AĞZININ İÇİNE BAKIYORLARDI”
Özdil, hikayeyi şöyle anlattı:
Carp, Amerikan vatandaşı oldu, Musevilikten Protestanlığa geçti, ABD’ye götürüldü. İstihbarat eğitimi verildi. CIA’yin kurucu başkanı Alan Dulles’in sevgilisiydi Betty. Evli ve üç çocuk babası CIA başkanıyla fırtınalı bir aşk yaşıyorlardı çünkü sonradan CIA başkanı olan Allen Dules 1921’de İstanbul’da görev yapıyordu. O dönem tanıştılar Betty ile. Kurtuluş Savaşı sırasında CIA başkanı da buradaydı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar ABD’den İstanbul’a döndü Betty. Ama artık santral memuru değildi haliyle. Bildiğin CIA casusuydu. İstanbul’da, Ankara’da, geniş çevre yaptı. Bizim la**k politikacılar ve ang** bürokratlar bu cıvıl cıvıl cilveli Amerikan güzelinin ağzının içine bakıyorlardı. Yüzlerce vatan hainini devşirdi, muhbir haline getirdi, satın aldı. CIA’in bu memleketi ahtapot gibi sarıp sarmalamasında büyük emeği var. “Ateşe” ayaklarıyla Türkiye’de 50 yıl boyunca faaliyet gösterdi. 1964’te emekli oldu ama İstanbul’dan hiç ayrılmadı. 84 yaşında ölene kadar İstanbul’da yaşadı. Hiç evlenmedi, mirasçısı yoktu. Vaftiz belgeleri tüneldeki protestan kilisesindeydi. İkametgahı ömrü boyunca Beyoğlun’daydı. Hiç ev satın almamıştı, antika eşyaları vardı, paha biçilmez halıları vardı ve Hacer isimli yaşlı bir hizmetçisi ile birlikte kirada oturuyordu.
‘MÜSLÜMAN TÜRKİYE, KOMÜNİSTLERE ÖLÜM’
1968 yılında CIA’yin İstanbul’daki istasyon şefi Duane, işte bu efsane casus kadının o zamanlar 74 yaşında olan Betty’nin apartman dairesinden Dolmabahçe rıhtımını seyrediyor. ‘Tam Bağımsız Türkiye’ sloganları atıyordu üniversite öğrencileri. 6 filo ile İstanbul’a gelen ve şehri gezmek üzere karaya ayak basan Amerikan bahriyelileri denize döküyorlardı. CIA istasyon şefi Duane, çaresizce ve öfkeyle seyrettiği bu manzarayı, asla unutmadı. Yıllar sonra hatıralarını kitap olarak kaleme aldı. ‘Dolmabahçe’de gördüğüm manzara, terörizmle uğraşmam başlangıcı oldu’ dedi. Gayet netti yani. Amerikan çıkarlarına karşı çıkmak terörizmdi. Sadece 7 ay sonra, 1969’da, üniversite öğrencilerinin 6. Filo protestoları devam ederken, Taksim’de miting yapmaya karar verdi. Valilikten resmi izin almışlardı, emperyalizme karşı Mustafa Kemal yürüyüşü yapacaklardı. Beyazıt’tan başlayıp Dolmabahçe üzerinden Taksim’e gireceklerdi. Aniden Türkiye’deki dinci basın devreye girdi, birisi düğmeye bastı, dinci basın şakımaya başladı. ‘Müslüman Türkiye, komünistlere ölüm’ manşetleri atılmaya başlandı. Kim bu komünistler? Üniversite öğrencileri.
“BU HAZİN OLAY TARİHİMİZE ‘KANLI PAZAR’ OLARAK GEÇTİ”
Köşe yazarı kisvesi altındaki tetikçiler haykırıyordu, ‘Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme vakti gelmiştir’ diye yazıyorlardı, makale bu. ‘Eyy Müslümanlar’ diyorlardı ‘Kızıl kâfirlerle topyekün savaş kaçınılmaz olmuştur’ diye yazıyorlardı. Sağ kalan Gazi olur, canını veren şehitlik şerefini kazanır diye yazıyorlar. Gazeteci bunlar. Caminin önünde megafonlarda anonslar yapıldı, cuma namazı çıkışında ahali kışkırtıldı. ‘Cihada hazır olun’ denildi. ‘Din elden gidiyor.’ denildi, gayet netti. Amerikan çıkarlarına karşı çıkınca din elden gidiyordu. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden otobüslerle sevkiyat yapılmıştı. Eli sopalı bıçaklı tipler getirdiler. Taksim meydanında topluca namaz kıldılar, tekbir getirerek beklemeye başladılar. Beyazıt’tan topluca 30 bin üniversiteli genç geliyordu, Dolmabahçe’ye vardılar, Gümüşsuyu’ndan Taksim’e tırmanırken güya güvenliği sağlayan bu polis ve asker kordonuyla dar bir yürüyüş hattına sokuldular. Polis ve asker yapıyor bunu. Tuzağa düşürülmüştü çocuklar. Koşarak Taksim’e tırmanan ilk 400 kişilik öncü grup aniden tekbir getirerek bekleyenlerin saldırısına uğradı. Onların arasında kaldı. 30 bin kişilik ana gruptan kopmuşlardı. Taşlar sopalar Böyle havalarda uçuşuyordu, polis asker seyrediyordu. Üniversitelilerden ikisi orada hayatını kaybetti, bıçaklanmıştı çocuklar. 200’den fazla üniversiteli yaralandı. Bu hazin olay tarihimize “Kanlı Pazar” olarak geçti. Polis kalabalığa bakıyordu. Kolunda mavi kurdele varsa dokunmuyordu.
“GENÇLERİMİZE KIYDILAR”
CIA’in İstanbul istasyon şefi Duane İşte bu tür başarılı faaliyetlerine devam etmek üzere İstanbul’dan Ankara’ya geçti. 1973’te kadar Başkent’te görev yaptı. Denizi astılar, Yusuf’u astılar, Hüseyin’i astılar ‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye’ diyen gençlerimize kıydılar. Bu gençlerimize kıyanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bile yaptılar. Aradan az zaman geçti 1980 oldu. Bizde darbe oldu, Amerikancı General Kenan Evren darbe yaptı. Tesadüfe bakın ki sadece 10 gün sonra İran-Irak savaşa tutuştu. Humeyni ülkesine döndü. Hemen peşinden Türkiye’de darbe oldu. Türkiye’de darbe olduktan 10 gün sonra İran-Irak savaşa tutuştu. Humeyni’nin ordusu Kuzey Kore ve Çin füzeleri kullanıyor. Saddam’ın ordusu ise Rusya, Fransa ve Çin füzeleri kullanıyor. birbirlerine fırlatıyorlar iki tarafta da su gibi petrol vardı, musluklar böyle şakır şakır para akıtıyordu. Ama bu para akışından ABD faydalanamıyor, ABD kovayı dolduramıyordu. Çin füzeleri, Fransız füzeleri Amerikan yok. E, böyle olmuyordu. Amerikan başkanı Regan Ran’dı.
“SADDAM’A ARKADAŞLAR ARASINDA PARANIN LAFA OLMAZ DEDİLER, SIRTINI SIVAZLADILAR”
Saddam’ı öylesine paraya boğdular ki Irak Devleti Amerikan yardımı alan ülkeler sıralamasında aniden üçüncülüğe yükseldi. Saddam’ın kulaklarından bile dolar fışkırıyordu. Elbette hepsi borçtu, geri ödenecekti. Saddam’ın sırtını sıvazladılar, dediler ki “ya arkadaşlar arasında paranın lafı bile olmaz, sen yeni kuyular açarsın, petrol kuyuları, taksit taksit ödersin.”
“50 BİN KİŞİ ÖLMÜŞ KİMSENİN UMURUNDA DEĞİLDİ”
Saddam silah satmaya başladı, verdikleri parayı kat be kat geri alıyorlardı. Geri aldıkları parayı borç olarak yeri veriyorlardı. Borç verdikleri parayı silah satarak geri topluyorlardı. Kendisini çok zeki zanneden Saddam böyle halk arasındaki tabirle sarmala girmişti. Borç veriyor, borç verdikleri paraya silah alıyor. Dediler ki bu böyle tankla topla falan olmayacak. Ne yapacağız? Sana dediler çok daha büyük paralar verelim teknoloji öğretelim, sen kimyasal ve biyolojik silahlar geliştir İran’ın kafasını at dediler, işi komple bitir. Şahane fikirdi. Kendisini çok akıllı zanneden Saddam’ın aklına yattı bu durum. Ufak ufak üretip İran’a fırlatmaya başladı. Kaşla göz arasında Kürtlerin kafasına da attı çünkü bu Ortadoğu hacıyatmazlar Barzani ve Talabani o zamanlar İran’ı destekliyordu. Saddam fırsat bu fırsat dedi. Bunların kafasına da kimyasal silah attı. Çoluk çocuk 5 bin insan hayatını kaybetti. Hatta Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinde Saddam’ın Kimyasal silah kullanmasını kınayan bir karar alınacaktı o peşmergelerin kafasını attı diye, ABD ve İngiltere karşı çıktı. Red oyu kullandı. Kimyasal silah falan yok dediler. Olsa bizim haberimiz olur dediler. O zamanlar Saddam önemliydi. 5 bin Kürt ölmüş 50 bin Kürt ölmüş Washington’un umurunda bile değildi.”
“CIA, FSB, MI6, MOSSAD COĞRAFYASINA İŞTE BÖYLE İETT İLE GİRERSEN BÖYLE OLUYOR”
Ülkede yaşanan durumu anlattıktan sonra Özdil son hali şu şekilde özetledi:
Anlattığım operasyonlarla sınırımızda 70 bin kişilik PKK’lı ordu kuruldu. Kendi elleriyle eğitiyor, şehitler gelmeye başladı. İsrail güya sürpriz saldırıya uğramış gibi yaptı. Gazze haritadan siliniyor, Gazze yanıyor. Gazze’nin alevleri Lübnan’a sıçramış vaziyette. Sınır ötesi suikastlar yapılıyor. İran ihraç ettiği terörü ciğerinde hissetmeye başladı. Kasım Süleyman’ının anma töreninde bombala patlıyor. Sayın televizyonlarımızı seyrediyoruz çubuklu arkadaşlar anlatıyor. ‘İsrail mahvoldu’ diyorlar, ‘İsrail savaşı kaybetti’ diyorlar, ‘Pentagon büyük hata yaptı’ diyorlar. ‘ABD’nin sonu geldi’ diyen bile var. Tarikat-cemaat zırcahil atmosferi yanında saf tutuyor. Hilafet yürüyüşleri falan yapılıyor. CIA, FSB, MI6, Mossad coğrafyasına işte böyle İETT ile girersen böyle oluyor. Güya Şam’a namaz kılmaya gidecektik bu kafayla görünen o ki hacı olmaya bile gidemeyebiliriz.